31 Mart 2010 Çarşamba

GEÇMİŞ

zaman
saat yönünde,
bekleyen karşısında
dikiliyor
-yoksa zaman terzi mi?..-

akrepti
yel-i kovan
yel esti gitti
akrep soktu kendini.

lekelenmiş eller
daha dün apak
bir başka elde...
şimdi el geçmiş
yelin estiği yerden
izi ele geçmiş
kum fırtınasının
delil bırakmış kendinden...

telaşla koşan için
yetişmek,
geçmiş -artık-

yel kovar bekleyen
zamanın karşısında
telaşlıya zıt
sakin dikilirken.

zaman geçmiş,
yetişmek için geçmiş
beklemeye er iken...

dönmek için geçmiş
bekleyen için
er iken...

yel kovulmuş
akrep kendini sokmuş
ne beklenen dönmüş
ne de bekleyenin
elindeki lekeler geçmiş
hepsi hikaye
hepsi geçmiş...

çok geçmiş
bekleyen zamana karşı
dikilirken kendinden...

24 Mart 2010 Çarşamba

VEBAL

kelimelerim var,
yerlerini bilip bir zaman
sahibine ulaşmamış
ağırlığınca bende kalıp,
yazık,
unutulacak amaçlarmış.

sorsan,
yorgundur zürafa
taşımaktan o boynu,
o boğazda neler düğümlenmez ki!..
kelimelerim de öyle
uzadı
uzadı
uzadı
düğümlendi
dengesiz...
ne kadarsa payın
duruyor işte al,
upuzun
silindir boynumdan.

istemezdim bir kalıp
özgürlüğü adım aldım,
sandım
çoğalan bi'şeydir
çocukluktan alışkanlık.
işte orda
yanıldım!
o zaman esas ben
tüm vebali boynumda
kelimesiz de kaldım...

20 Mart 2010 Cumartesi

ÇOĞULLAMA

hangi göz istemez
güzele bakmayı
ya da baktığını güzelleştirmeyi?

bu sebepten
anlayabilirim kalpteki çoğullamayı.
bulunabilir sevilecek bir yan
her şeyde,
üstelik çok aramadan
kalbin açıksa.
istenebilir dokunmak,
yanaşmak
hatırlanmayacak an bile olsa.

ama bazıları
pranga yapıyor
hem yavaşlıyor, acı çekiyor
hem de onu sürüklüyor
her adımında.
üstünde güneş,
etrafında ışık,
yolda oyun var
görüyor görmesine hepsini
ama bunu da çoğulluyor kalp
aldırmıyor
atıyor da atıyor
gürültülü havasını
kendince etrafına.

bir tek bunu anlayamıyorum
ve dönemiyorum sırtımı
prangalı zavallıya
ya bir gün zincirini atarsa umuduyla...

8 Mart 2010 Pazartesi

GÖLGE

geçerken gemi boğazdan
bir kadın iskelede salınacak
parkta boş bir salıncak...

2 kuru yaprak gibi
düştün gözümden.
bir terziydim
biçtim değerini
makassız mesurasız
kusursuz durdu
üzerinde
ölçüsüzlük...

dik baktı güneş
ayakaltı oldu gölgeler
en uzun gölgelerin peşindeydik oysa
görmeliydim gölgenin gölgesine sindiğini
şimdi nedir ayağımla ezdiğim?
lavanta kokulu anılardır
olsa olsa...

adımını atsa
akıntıya sürülür
gemi süzülür, kadın düşünür
zaman dalgasını savurur kıyıya
salıncağın hep gölgesi vardır
asılır, yılışır
konuşur da konuşur
olmayan zamanlarda...